Günlük arşivler: 1. Ekim 2014

01.10.2014

Yarınki duruşma, Mahkeme Heyeti Başkanı Hakim Götzl’ün hastalığı nedeniyle iptal oldu. Muhbir yöneticisinin bugünkü sorgusuna yaklaşık bir saatin ardından ara verildi. Bu dava haftasıyla ilgili kısa bir raporu yakında yayınlayacağız.

24.09.2014

Muhbir ve Thüringen Vatan Koruma kurucusu Tino Brandt’ın sorgusu ve Anayasayı Koruma Dairesi’nin nelerle ilgilenip ilgilenmediği hakkında

Tino Brandt’ın sorgusunun son günü, NSU-Anayasayı Koruma sakandalını tüm boyutuyla gözler önüne serdi. Brandt, 1995 yılından 2011 yılında maskesinin düşürümesine kadar dairenin „en iyi“, „en önemli“, en „etkili“ „baş“ kaynağıydı. Bugün hala Nazi ideolojisine inanan ikiyüzlü muhbir, bu süre içerisinde hala „bilgi“ olarak geçecek kadar denetlenebilir ve aynı zamanda sadece doğru bulduğu, yerel ve ülke çapındaki Nazi camiasını tehlikeye düşürmeyecek bilgiler vermeyi öğrenmişti. Daha da ötesi devletten eline en azından 140.000 Euro geçmiş ve bu miktarın önemli bir kısmını yönettiği Nazi örgütlerinin gelişimi için kullanmıştı.

Wohlleben’in avukatı Klemke, Brandt’a yapılan ödemelerin ne önemi olduğunu zevkle sordu: Brandt’a göre devletin NPD üyelik aidatlarının ödenmesi ve NPD Ulusal Birliği içerisinde çoğunlukların belli bir politikanın yaptırımı yönünde etkilenmesi için kullanılmıştı. Bu soruların Wohlleben’in savunmasının işine, yasağı halen yürütlükte olan NPD’nin savunmasından daha az yaraması, Wohlleben ve savunmasının NPD ile olan bağını bir kez daha gösterdi. NPD’nin radikalleşmesinin kısmen muhbirler sonucunda gerçekleştiği tabii ki sürmekte olan davada da rol oynayacak. Bir kez daha politika yapmak, görünen o ki Brandt’ı keyiflendirdi.

Brandt, Anayasayı Koruma’nın henüz işe alma görüşmesinde Nazi camiasının işlediği suçlarla hiç ilgilenmediğini, onun yerine sadece gösteriler ve yönetim kadroları ile ilgilendiğini açıkça ortaya koyduğunu anlattı. Brandt onlara, dairenin başka şekillerde de kolaylıkla ele geçirebileceği bilgiler vermişti. Bu bilgiler kesinlikle güvenilirdi. Münih’teki duruşmanın dosyalarından Brandt’ın verdiği bilgilerden hiçbirinin işlenen suçların açığa çıkarılmasına ya da tutuklanmalara bile yol açmadığı ortaya çıktı. Brandt’ın kendisi ortadan kaybolan üçlü, yani Zschäpe, Böhnhardt ve Mundlos tarafından belli bir telefon kulübesinden aranması gerektiğini, yani kulübenin dinlenen telefonunun doğrudan üçlüye ulaştığını anlattığında bile onları tutuklamayı denememişlerdi.

Brandt’ın şimdi kendisi ve yoldaşlarının sadece politik faaliyette bulunduklarını söylemesi açık bir yalan: Brandt, Spiritus Rector adı altında, o zamanlar ülke çapında militan bir Neonazi ağına bağlı olarak „Gesinnungsgemeinschaft der Neuen Front“u (Yeni Cephe’nin Görüş Birliği), ardından „Anti-Antifa Ostthüringen“i ve daha sonra da „Thüringen Vatan Koruma“yı kurmuştu. Bu örgütlerden varsayılan politik muhaliflerin „düşman adresleri“ toplanmış, tahrik propagandaları yapılmış ve politik muhaliflere karşı kitle halinde ve büyük bir şiddet uygulanmıştı. Başka bir muhbir Brandt’ın Nazi camiasının kimi yerlerinde „kundakçı“ olarak tanımlandığını vurguladı. Brandt bugün hala Güney Afrika veya Fransa’daki atış talimlerinden gurula bahsediyor.

Mahkeme Tino Brandt’a soru sormak konusunda çekimser kaldı. Brandt’ın üçlünün kaybolmasının ardından kendi kendine ve başkalarıyla nasıl bağış topladığına ve yukarıda bahsi geçen telefon randevusunun nasıl ayarlandığına dair ayrıntılı açıklamalarıyla yetindi. Federal Savcılık, beklendiği üzere hiç soru sormadı, kendi çizgisine uygun şekilde suçlamayı sessizce ve herhangi bir eleştiri olmadan Anayasayı Koruma ve polise yönlendirdi.

Sadece müdahil davacılar, burada inançlı bir Nazini sadece kendi istediklerini anlattığını ve hala herkesi oyalamaya çalıştığını belirtti. Bununla birlikte doğal olarak Zschäpe’nin mahkumiyetini ağırlaştırma eleştirisiyle karşı karşıya kaldılar. Bu tehlikenin büyük oranda abartılıyor olabileceği bir yana, daha basit bir mahkumiyet her durumda politik sorumluların ve NSU’nun diğer destekçileri ve üyelerinin korunması pahasına elde edilemez.

Bunun ardından muhbir Brandt’ın önemsiz bilgiler iletmesine rağmen nasıl olup da bu kadar uzun süre Anayasayı Koruma için çalışabildiği soruldu. Bu görevi sırasında Thüringen’in iç politik durumuyla da açıklanabilirdi. Yönetim ve İçişleri Bakanlığı agresif bir komünizm karşıtlığının etkisindeydi. Sağcı oluşumların yapılarını izleme görevine de sahip olan, açık şekilde sağ suçlara karşı kurulmuş olan bir polis birliği feshedilmişti. Nazi örgütleri sistematik olarak masum gösteriliyor, anti-faşistler politik takibe maruz kalıyordu. Yıllar boyunca Thüringen Vatan Koruma tarafından saldırıya uğrayan Papaz Lothar König ve Gençlik Birliği, sonraki Nazi katillerinden daha çok ara bozucu olarak görülüyordu. Alman olmayanlara yönelik kundaklamalar ve azınlık düşmanlığı, iltica hakkının ortadan kaldırılması için bir argüman olarak kullanılıyordu.

Bu politika bugün de sürdürülüyor ve üstelik sadece König’e karşı Dresden’deki Nazi yürüyüşüne karşı angajmanı nedeniyle açılan akıl almaz ceza davası ile de değil. Anayasayı Koruma Dairelerinin muhbir politikası bugüne kadar korundu, böylece Nazi örgütleri devletin paraları ve devlet tarafından paraları ödenen fonksiyonerlerle finanse ediliyor. Ve bugün hala mültecilere karşı ırkçı tecrit politikasına devam ediliyor. NSU’nun işlediği suçlar ve devletin ortak sorumluluğuna karşılık verilecek cevap, sürekli olarak Almanya’da yaşayan herkesin seçim hakkını, Almanya Genel Seçimi de dahil olmak üzere nihayet yürürlüğe sokmak olurdu. Böylesi bir adım, skandaldan çıkarılan ve sadece göstermelik konuşmaları veya yetkilerini kullanmaları konusunda güvenilmez olan devlet dairelerinin yetkilerinin genişletilmesini aşan ilk sonuç olurdu.

Ama Alman hükümeti politik katillere karşı, sadece bu durum Alman halkının politik atmosferini kötü yönde etkilediğinde harekete geçiyor. NSU’yu desteklemiş olan yapılara karşı ceza davası yeniden hasıraltı edilirken „İslamcı“ olduğu tahmin edilen kişilerin kimliklerinin, bu kişiler ülkeyi terkedemesin diye görsel olarak ayırt edilmesi konusu daha çok tartışılıyor.

„Alman olmayan“ yüzlerce kişi geçen 30 ylda Almanya’da Naziler ve ırkçılar tarafından dövülerek, yakılarak, vurulara veya başka şekillerde öldürüldü. Yüzlercesi ağır yaralandı. Ama Alman hükümeti gerçek tehlikenin önceden olduğu gibi hala göçmenlerden geldiğini düşünüyor.