12.12.2017

Taşköprü davasının müdahil davacıları: İki güçlü mütalaa ve akıl almaz bir savunma konuşması

Bu sabah 2001 yılında Hamburg’da NSU tarafından öldürülen Süleyman Taşköprü’nün ailesi adına avukatları Andreas Thiel ve Gül Pınar mütalaada bulundular.

Andreas Thiel etkileyici mütalaasında kardeşlerini, oğullarını ve babalarını (Süleyman Taşköprü’nün kızı cinayet gerçekleştiği sırada 2 yaşındaydı) kaybetmenin aile için nasıl ölçüsüz bir acı anlamına geldiğini bir kez daha gösterdi. Ölen oğlunu dükkanda bulan ve bunun kısa süre öncesinde zeytin almak üzere dükandan çıktığı için kendini suçlayan babanın sözlerinden alıntı yaptı: „Onu kucağıma aldım, yüzüne dokundum, bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyordu. İlk yardımda bulunmak istedim ama yapamadım.“ Ve devam etti: „Onların katiller olduklarını bilseydim, başıma ne gelirse gelsin oraya giderdim.“

Thiel, katiller Mundlos ve Böhnhardt’ın infazın ardından çekmiş oldukları ve delillere göre sanık Zschäpe’nin hazırlanmasına katkıda bulunduğu ve Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos’un 04.11.2011’de ölmelerinin ardından yaydığı NSU itiraf videosunda da bulunan kurbana ait bir
fotoğrafa da atıfta bulundu.

Andreas Thiel, bir kez daha az sayıda ama etkileyici cümleyle Süleyman Taşköprü’nün yaşamını tasvir etti ve bu tasviri aile fotoğraflarında hep babasının yakınında görünen kızıyla olan içten ilişkisiyle noktaladı. Son olaraksa şunu dedi: „Ve Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos bu insanları yabancı düşmanı bir Almanya görüşleri uğruna korkakça öldürdüler.“

Andreas Thiel de örneğin „iki Alman adam“ yönündeki ipuçlarının peşinden gitmeyen polisin soruşturmalarındaki yetersizlikleri eleştirdi. Ancak bu yetersizliklerin davanın dışında ele alınması gerekiyordu.

Gül Pınar ise mütalaasında Hamburg Belediye Meclisinde bu nedenle bir araştırma heyeti kurulması talebini gerekçelendirdi. Pınar, kendisinin de NSU örgütünün daha önceden kurulmuş olduğunu varsaydığını açıkladı ve Peer Stolle‘nin de mütalaasında yaptığı gibi 1990’ların ortalarından sonra gerçekleştirilen ve Ralf Wohlleben’in de dahil olduğu patlayıcı suçlarına işaret etti.

Pınar bunu yanısıra Thüringen Vatan Koruma üyesi olan ve daha sonra NSU üyeleri olacak kişilerin Hamburg’un önemli Nazi figürleriyle, örneğin artık hayatta olmayan avukat ve Nazi multifonksiyoneri Jürgen Rieger, GdNF liderlerinden olan Hamburglu Neonazi Christian Worch ile çok sayıdaki bağlantılarına işaret etti. Ceza davası tüm bu soruları cevaplayamazdı, bunların bir araştırma komisyonunda ele alınmaları gerekiyordu. Araştırma komisyonu kurulması talebi Hamburg’da Sol Parti’nin belediye meclisi fraksiyonundan gelmişti, ama gerçekleştirilmesi hükümet fraksiyonu nedeniyle bugüne kadar mümkün olmamıştı.

Gül Pınar mahkeme heyetine çağrıda bulundu: Heyetin vereceği karar NSU kompleksine yönelik tartışmaların devamında ve olayların açıklığa kavuşturulmasına devam edilmesinde önemli rol oynayacak. Heyetin vereceği kararda bunu göz önünde bulundurması gerekli. O noktada örneğin „en azından“ sözünün büyük bir önemi olabilir: Eğer mahkeme, NSU’nun „en azından Zschäpe, Mundlos ve Böhnhardt“tan müteşekkil olduğuna karar verirse olayların aydınlatılmaya devam edilmesini mümkün kılacaktı.

Bunun ardından düşünceli bir liberal imajı vermeye çalışsa da gerçekte gerici bir ideolojiyi yayan avukat Wierig’in muğlak mütalaası geldi. Onun açıklamalarına fazla yer vermek istemiyoruz, o nedenle kısaca anlatacağız: Wierig önce Zschäpe’yi NSU’nun „beyni“ olarak gördüğünü söyledi. Ona göre emirleri Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt’a o iletiyordu. Wierig bu arada Mundlos ve Böhnhardt’ı da eylemleri sadece Zschäpe ile politik bir nitelik kazanan hasta psikopatlar ilan etti. Wohlleben’in kendini tabir ettiği üzere ulusal bir barışçı olduğuna o da inanıyordu, suçu konusunda büyük şüpheler vardı. Carsten Schultze’nin silahın teşhis edilmesi konusundaki ifadesini dayanak almak mümkün değildi. Wierig sanki Wohlleben kendi açıklamasında silah ve susturucuyla işi olduğunu kendisi itiraf etmemiş gibi konuştu. Ve suçu göçmen halkın güvensizliğine, özellikle de NSU’nun cinayet serisi, ideolojisi ve polisin ırkçı soruşturma yöntemleri hakkında konuşan avukat ve gazetecilere attı. Polisin göçmen halka ırkçı bir cinayet serisi şüphesini iletmemiş olması çok normaldi, çünkü böylesi bir haberin sonuçları ortadaydı: „O durumda Hamburg’un kısmen alev almış olacağından eminim. Kargaşalar, sokak kavgaları çıkacaktı, hatta ölenlerin bile olması muhtemeldi.“ Yani liberal avukat Wierig’in dünya görüşü bu: Naziler hasta insanlar ve adalet sistemi ile tek kötü güç olan Beate’nin kurbanları; olanların sonuçlarından suçlu olanlar solcu avukatlar ve eleştirel gazeteciler; ve göçmen halk patlamaması için kontrol altında tutulması gereken bir barut fıçısı. Diğer müdahil avukatların yanısıra Taşköprü ailesinin diğer avukatlarının, ama ayrıca salonun önünde bekleyen gazetecilerin d duyduklarına inanmayan yüz ifadeleri bu gerici düşünce saçmalığının yarattığı etki hakkında çok şey söylüyordu.

Öğlen arasının ardından, Eminger’in avukatı Hedrich’in mahkeme salonunda bulunmaması ve avukat Kaiser’in şiddetli soğuk algınlığı nedeniyle sadece kısa bir mütalaada daha bulunuldu. Bugün kendisi de orada olan Keupstraße mağduru Sandro D.’yi temsil eden Tobias Westkamp’ın mütalaası Wierig’in karmakarışık açıklamalarından olumlu anlamda çok farklıydı: Westkamp özellikle, patlama ve vücudunun derinliklerine saplanan çok sayıda iğne nedeniyle ağır yaralanan ve hem bedensel hem de ruhsal hasarların acısını sürekli şekilde çeken müvekkili üzerindeki etkilerini anlattı.

Westkamp, hastanedeyken iyi arkadaşı olan ve patlamada yanında olan Melih K.’nın hayatta olup olmadığı hakkında kendisine öncelikle hiçbir bilgi verilmemiş olmasının Sandro D. için ne kadar ağır olduğunu, polis tarafından şüphli muamelesi görmenin onun için ne kadar ağır olduğunu anlattı: „Esas olarak kurban değil de kendi acısının sorumlusu olarak görülmenin mağdurlar üzerindeki etkisini tahayyül edebilmek güç.“

Tobias Westkamp mütalaasını müvekkiline yönelttiği ve gelecek için belli bir umut taşıyan sözlerle noktaladı:

„Bay D.,Köln sizin memleketiniz. Orada doğup büyüdünüz, Köln’ü saldırının ardından da asla terketmediniz. Bu nedenle NSU’nun sadece orada olmasa da Köln’de de, sadece orada olmasa da Mülheim’da da, sadece orada olmasa da Keupstraße’de de özgür ve açık görüşlü bir toplumu yok etme hedefinin temelinden başarısızlığa uğradığını biliyorsunuz. Umarım ki bu başarısızlığı bir miktar teselli olarak görmeyi başarırsınız.“

Yarın Keupstraße mütalaalarıyla (ve bu kapsamda Akexander Hoffmann’ın mütalaasının ikinci bölümüyle) ve Michèle Kiesewetter cinayeti ve meslektaşına gerçekleştirilen cinayet teşebbüsüyle igili mütalaalarla devam edilecek.