Avukat Sturm’un terörizmin tanımı hukuken saçma ve politik olarak iki yüzlü
Bu sabah avukat Sturm Beate Zschäpe’nin terörist bir örgüte üyelikten cezalandırılabilirliği ile ilgili mütalaada bulundu Sturm, NSU’nun Ceza Muhakemeleri Usülü Kanunu’nun 129a maddesine göre terörist bir örgüt olamayacağını iddia etti ve bunu hukuken Avrupa kanunlarını temel alan saçmasapan bir argümana dayandırırken politik olaraksa ırkçı terör saldırılarını tanım itibariyle terörist olmayan saldırılar olarak nitelendirdi. Ayrıntılara bakarsak:
Sturm’a göre NSU, Ceza Muhakemeleri Usülü Kanunu’nun 129a maddesi açısından terörist bir örgüt olamaz. NSU’nun eylemlerinin spesifik bir terör hedefi olmadığından (örneğin (tüm) halkın korkutulması gibi) bu sonuca varılabilir. Oysa ki Ceza Muhakemeleri Usülü Kanunu’nun 129 a maddesinin ilk paragrafına göre bir örgüt cinayet ve adam öldürme hedefine sahipse terörist örgüttür. Kanunda bunun ötesinde şart koşulmuş bir hedef mevcut değil. Ama Sturm bu nedenle Avrupa’nın terörle savaşın çerçevesine yönelik hüküm ve yönergelerine değindi. Ona göre Alman yasakoyucular bunları yeterince uygulamaya geçirmemişlerdi ve tipiklik unsurları bu nedenle 129a maddesinden yorumlanmalıydı. Bu argüman -Sturm’a göre herhangi bir örgütün üyesi bile olmayan- müvekkilinin ne işine yarayacak belli değil, bu yüzden mütalaanın bu kısmı da yine her şeyden öne Zschäpe’nin „eski avukatlatının“ kendilerini sunmalarına yaradı.
Ayrıca Sturm’un Avrupa hukukuna yönelik argümanı daha en başından tamamen yanlış. Avrupa yasama organı sözü geçen çerçeve kararları ve yönergelerle devletleri, her ihtimalde belli suçları, ve örneğin kamusal altyapıya verilen ağır maddi zararları da terörist hedefler taşıdıkları sürece cezalandırmakla yükümlü kılıyor. Yani yönerge devletlerin ceza kanununu kısıtlamaya değil sıkılaştırmaya yarıyor. Avrupa yasama organı devletleri sadece belli eylemleri cezalandırmak veya belli eylemleri „terörist“ olarak cezalandırmakla yükümlü kılamaz ve kılmıyor. Yani Sturm’un bugün alıntıladığı gibi Avrupa Komisyonu çerçeve kararlar ve yönergelerin Alman hukukunda uygulanmasını yetersiz olarak eleştiriyorsa bunun sebebi örneğin Almanya’da internetin düğüm noktalarına yönelik terörist hedeflere hizmet eden bir saldırının yeterince ağır olarak görülmemesi, „terörist“ olrak cezalandırılmaması, yani: Alman ceza kanununun yeterince katı olmaması. Ama Sturm’un yorumu bunun tam tersi: Ona göre Alman ceza kanunun sıkılaştırılmasına yönelik Avrupa normları 129a’nın kısıtlı bir yorumuna neden oluyor. Açıklamaları bu anlamda sadece bir mütalaa olarak değil bir seminer sunumu olarak da tamamen işe yaramaz açıklamalar.
Sturm ayrıca 129a’dan çıkarılan anlama göre terörist hedeflerin niteliklerinin NSU örneğinde söz konusu olmadığını, çünkü NSU’nun eylemlerinin devlete zarar getirebilecek şekilde halkın korkutulmasına yol açmadığını belirtti. Bir devlet krizi söz konusu değildi, ne RAF saldırılarında olduğu gibi devletin aşırı tepkisi ne de „kurbanların“ bir devlet krizine yol açacak şekilde bir karşı atağı söz konusuydu. İlgili halk mensupları aksine sakin davranmışlar ve giderek büyüyen bir şaşkınlıkla devletin soruşturmalardaki hatalarıyla karşı karşıya kalmışlardı. Bu anlamda Alman halkının barış içerisinde bir arada yaşamasını tehdit eden NSU’nun eylemleri değil de devlet makamlarının suçluları soruşturmadaki beceriksizliğiydi.
Bu argüman iki anlamda da iki yüzlüydü: Irkçı saldırıların „kurbanlarını“ bir kez daha normların koruduğu bölgenin dışında bir azınlık olarak gösteriyor ve onların kurumsal ırkçılık karşısındaki acizliğini alıp bundan terörist bir örgütün söz konusu olmadığına dair bir argüman çıkarıyor.
Sturm’un açıklamaları, ilerici ve liberal avukatların sürekli yaptıkları gibi 129a’yı tamamen reddetme amacını taşımıyor. Aksine RAF’ın suçlarını ardından gelen „devlet krizi“ ndeniyl 129a’nın uygulanabilirliğine yönelik bir prototip olarak görüyor. Ancak Avrupa hukukunu yönelik öne sürdüğü argümanlara göre normların „halkı ciddi şekilde korkutma amacını güden“ suçların tespitini şart koşması ve kurumsal ırkçılığın suçların motiflerini kamuoyundan sakladığı gerçeği normun uygulanmasını mevcut durumda imkansız kılıyor.
Sturm’un açıklamaları bu nedenle sadece, savunmanın gerçekten de terörizm konusundaki temel hakların ve barış içinde bir yaşam hakkının sadece Alman çoğunluk için geçerli olmasını istemesi ve göçmen azınlıkları dışlaması durumunda anlamlı. Böylesi bir anlayış sonuçta toplu kıyımları masum gösteriyor, çünkü toplu kıyımlar doğaları gereği halkın çoğunluğunu hedef almıyorlar, bu çoğunluk tarafından görmezden geliniyor ve hatta kimi durumlarda destekleniyorlar. Kısacası: Sturm’un tanımına göre sadece Alman çoğunluğa doğrudan saldırıda bulunan biri terörist olabilir. Giderek daha fazla şiddetlenen Nazi terörü ise en başından terörist olarak nitelendirilemez. Sturm’un aslında hukuki açıdan absürd argümanlarla bu anlamı çıkarmaya çalışmasına rağmen bu sonuca sadece 129a’nın hukuki bir yorumu aracılığıyla varmış gibi yapması tüm bunların üzerine tüy dikti.
Benzer ikiyüzlülükte bir argüman son olarak „Freital Grubu“na karşı açılan davanın farklı sanıklarının savunmaları tarafından da denendi. Dresden Eyalet Yüksek Mahkemesi, tamamen doğru ve yürürlükteki kanunlara dayalı şekilde azınlıklara yönelik bir saldırının her zaman barış içerisindeki bir birlikte yaşama yönelik bir saldırı olduğu ve böylece tüm halkı hedef aldığı kararını verdi. Sturm’un absürd açıklamaları da başarıya ulaşamayacak.
Sturm akşamüstü ihtiyati tutuklama konusunda mütalaada bulunacak. İhtiyati tutuklmayı uygun görmemesi, Zschäpe’yi olanlardan bihaber ve çocuksever bir ev arkadaşı olarak göstermesinden anlaşılıyor. Bu nedenle burada bu konuyla ilgili ayrıntılı yorumda bulunmayıp davanın ne şekilde devam edeceğine yönelik kısaca haber vereceğiz.